20 Yıl Ilkin CGI Kalitesi Fazlaca İyiyken Şimdilerde Niçin Fena?
Yüzüklerin Efendisi, ilk Avatar filmi benzer biçimde yapımlarla yepyeni bir dönemin kapılarını açması beklenen CGI teknolojisi, son yıllarda çoğu zaman latife mevzusu oluyor. Tüm teknolojiler ilerlerken CGI geriye mi gidiyor?
Terminatör 2, ikincisi ilkinden daha iyi olan azca sayıdaki film serilerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu durumun en temel sebeplerinden biri ise CGI teknolojisinin kullanımındaki ustalık olarak gösteriliyor. T-1000 adlı android, bir sahnede parmaklıkların arkasında görülür. O zamana kadar parmaklıkları Cüneyt Arkın benzer biçimde parçalayan ya da eğen karakterlere alışkın olan izleyiciler, T-1000’in adeta sıvılaşarak parmaklıkların arasından geçişi ile beraber dehşete düşerler. Bu, daha ilkin kimsenin görmediği bir şeydir.
Sonrasında Jurassic Park, Avatar derken kim bilir CGI’ın en başarı göstermiş olduğu seri olan Yüzüklerin Efendisi, bizlere CGI’ın tüm kapasitesini göstermiş oldu. Sonrasında ise işler sarpa sardı ve gittikçe daha fena görsellerle karşılaşmaya başladık. Hayranların yapmış olduğu editler bile bazı CGI’ları gölgede bırakıyor. CGI bir yere gitmediğine nazaran CGI’ın sorunlarını konuşmak gerekiyor.
Ilk olarak nedir bu CGI?
CGI, Computer Generated Imagery şeklinde bir açılıma haiz olan bir teknoloji. Türkçesi ise Bilgisayar Üretimli İmgeleme. Temelde bilgisayarda oluşturulmuş görüntülerin gerçek görüntüler ile birleştirilebilmesine dayanıyor. Bir anlamda yeşil perde teknolojisinin gelişmiş versiyonu diyebiliriz.
CGI teknolojisinin temel olarak üç mühim pozitif yanları bulunuyor. Birincisi, maliyetleri oldukça düşürebilmesi. İkincisi, düzgüsel şartlar altında göremeyeceğimiz şeyleri yapmayı mümkün kılması. Üçüncüsü de istenilen her noktada kullanılabilmesi.
Bu avantajlarına karşın CGI son dönemlerde oldukça sık tartışılan ya da eleştirilen konuların başlangıcında geliyor. Bunun sebebi, CGI teknolojisinin kendisinden oldukça iyi mi kullanıldığı olarak göze çarpıyor. CGI günün sonunda bir vasıta ve tüm araçlar benzer biçimde kullanıcısının amaçlarına hizmet ediyor.
Daha ucuz işçilikle daha oldukça para kazanmak isteyen stüdyolar ilk niçin.

Yalnız CGI değil, genel olarak tüm görsel efekt dallarında uzmanlar ya da en yetenekli kişiler, bu teknolojilerin görmüş olduğu talepten dolayı ABD ve AB’ye taşındı. Sonrasında daha oldukça kişinin kendisini bu alanda yetiştirmesinin arkasından stüdyolar, çeşitli teşviklerden yararlanmak ve daha azca para ödemek için CGI benzer biçimde teknolojileri Çin, Tayvan, Hindistan benzer biçimde ülkelerde yaptırmaya başladı. Yeterince yetenekli ya da tecrübeli olmayan ekiplerin yapmış olduğu görseller de belli bir seviyeyi aşamıyor.
CGI’ın yapımlardaki önemi değişti.

Bazı filmler tamamen CGI festivali haline gelmeye başlarken, yapımlarda da genel olarak CGI teknolojisi artık ana bileşenler içinde sayılıyor. Bizim düzgüsel bir kafe sandığımız kafe bile artık CGI ile yapılabiliyor, set kurulmayabiliyor.
CGI teknolojisi ilk ortaya çıktığında durum farklıydı, CGI oldukça ciddi sınırlamalara sahipti. Jurassic Park’ı örnek alırsak, dinozorlar CGI yardımıyla ortalıkta koşuyordu fakat yakın çekimlerde animatronik robotlar kullanılıyordu. CGI, gördüğümüz dinozorların bir tek robotlar olmadığı imajını desteklemekte kullanılıyordu.
Fizik kurallarını pek ciddiye alan da kalmadı.

The Matrix. Fizik kurallarının esnetilebilmesinin mantıklı olduğu, CGI’ın da bu amaçla sadece tamamlayıcı olarak kullanıldığı efsanevi film, fizik kurallarının iyi mi yıkılabileceğini göstermişti. Sonrasında gelen filmlerde ise neredeyse her şeye CGI dokunuşu başladı.
Bunun sonucu olarak da öyleki eylemsizlikmiş, etki-tepkiymiş, rezonansmış benzer biçimde kavramları asla umursamayan filmler çıkmaya başladı. İzlediğimiz film The Matrix benzer biçimde bizim dünyamızın kurallarından ayrı bulunduğunu açıkça gösteren bir yapım değilse izleyiciler “Yok artık, onu da yapması imkansız artık” demeye başladı.
Gökdelenden gökdelene otomobille atlarken havada şarjör değiştiren insan bizim dünyamızda olmaz şu sebeple. (Ayrıca Süratli ve Öfkeli filmindeki sahne CGI değildir.)
Görüntü kalitesindeki artış, CGI’ı daha kalitesiz hâle getiriyor.

CGI teknolojisi ilk çıktığında öyleki 4K, HFR benzer biçimde teknolojiler ortalıkta yoktu. Bugün görüntü kalitesi arttıkça CGI’daki problemler daha da net olarak belli oluyor. Buna CGI’ı yazmayı bilmeyen takımlar de dahil olduğunda işler daha da işin içinden çıkılmaz olabiliyor.
Düzgüsel şartlar altında CGI teknolojisini saklamak istersiniz. Mesela azca ışıklı sahnelerde, sisli sahnelerde ya da yağmurlu sahnelerde CGI kullanırsınız ki görseller, yapay oldukları belli olmayacak kadar gözüksün. Çözünürlük arttıkça CGI geride kalıyor.
Filmlerin renk tonları da CGI teknolojisine asla destek olmuyor.

Filmlerin bir renk paleti olur, aslına bakarsanız olması da gerekir. Anlatımın görsel olarak da belli bir dili bulunduğunu ve renk paletinin de bunun bir parçasını oluşturduğunu düşünürsek renk paletlerinin mühim bulunduğunu da görürüz.
Belli tonlara fazla yüklenilen, naturel ışıktan uzak yapımlarda CGI daha da sırıtıyor zira aslına bakarsanız yapay olan bir görsele bir de yapay renk tonları ve ışıklar düşürüyoruz. Duble yapaylık da daha kalitesiz gözüküyor. Tembellik edilen pek oldukça filmin de renk paleti Pumpkin Spice Latte renkleri olunca… Latife değil, üstteki renk paletlerinden biri Açlık Oyunları’na, biri ise Pumpkin Spice Latte’ye ilişik.
Sütlaç yiyeceksem üzerine tarçın serpmeyi seviyorum. Tarçın oldukça olursa sütlacın tadı oldukça bozuluyor. Mevzu burada sütlaç değil, siz anladınız.
“Tekinsiz Vadi”de olduğumuzu anlayabiliyoruz.
Tekinsiz Vadi ya da cümle içinde İngilizcesini kullanmanın daha havalı bulunduğunu düşünüyorsanız Uncanny Valley denilen bir konsept var. Temel olarak insana oldukça benzeyen sadece insan olmayan şeyleri gördüğümüzde rahatsız olmamıza verilen isim bu.
Örnek vermek gerekirse robot Babür ile hiçbir sorunumuz yok, zira robot bulunduğunu açıkça görebiliyoruz. Öte taraftan Simone filmimizde Rachel Roberts da gerçek bir insan değil sadece kimse kendisinden rahatsız olmuyor. Bir de Giresun’daki Fındık Müzesi’ndeki animatronikleri düşünün. Korku filminden fırlamış benzer biçimde gelmelerinin sebebi işte bu tekinsiz vadi.
Aynı şey beyaz perdede da var ve biz gerçeğe benzeyen sadece gerçek olmadığını hissettiğimiz şeylerden rahatsız oluyoruz. CGI’ın daha düşük kaliteyle üretilip daha zayıf tekniklerle kullanıldığı filmlerde bu rahatsızlığımız daha da artıyor. Ikimiz de bunu CGI’ın fena olmasına yoruyoruz.
Evet, izleyiciler CGI görmeyi seviyor sadece görmek istedikleri şey kaliteli CGI. Sırf izleyici istiyor diye CGI’a aşırı yüklenmek yerine daha iyi senaryolar, daha iyi kullanılmış CGI, daha iyi ifade sinemayı sevdiğimiz eğlence olarak tutmaya daha destek olacaktır. Yoksa Hobbit setinde yeşil perde önünde kartondan cücelerle rol yapmak zorunda kalan Sir Ian McKellen, beyaz perdenin geldiği durumdan dolayı ağlayan tek şahıs olmayacak.



