Şehzade Mustafa İdam Edilmeseydi Osmanlı’ya Ne Olurdu?
6 Ekim 1553 yılı, Osmanlı Devleti’nin tarihinde karanlık bir dönüm noktasıydı. Kanuni Sultan Süleyman, oğlu Şehzade Mustafa’nın geleceğini bir yanda halkın ve ordunun sevgisini kazanmış bir varis, öteki yanda ise saray entrikalarının ve Hürrem Sultan’ın tesiri altında şekillenen bir tehdit olarak görüyordu.
Yapay zekâya o kara gece, Sultan Süleyman’ın kalbinde hırs ve korku değil de başka bir his uyanmış olsaydı neler değişik olurdu diye sorduk.
Şehzade Mustafa’yı idam ettirmek yerine ona bir talih daha vermeye karar verseydi? Kim bilir Osmanlı zamanı bambaşka bir yöne kayacaktı…
Her şey iyi mi başlamıştı?
6 Ağustos 1515’te, Kanuni Sultan Süleyman’ın Mahidevran Sultan’dan olan oğlu Şehzade Mustafa, doğduğu andan itibaren Osmanlı tahtının en kuvvetli varisi olarak kabul edilmişti. Genç yaşından beri mevcud cesareti, liderlik kabiliyetleri ve askeri başarısıyla dikkat çekmiş; halk ve ordu tarafınca sevilen bir figür hâline gelmişti.
Onun zaman içinde bu özellikleri, babası Kanuni üstünde bir gölge benzer biçimde belirmeye başladı. Tahtın varisi olan Mustafa, yalnız babasının değil; devlet içindeki birçok gücün de ilgisini çekiyordu. Sadece saraydaki entrikalar, Şehzade Mustafa’nın kaderini belirlemişti. Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan, kendi oğulları Selim ve Bayezid’in padişah olmasını arzuluyordu. Dolayısıyla Mustafa’nın varlığı, onun için büyük bir engeldi.
Hürrem Sultan, kuvvetli konumunu kullanarak Kanuni’nin en güvenilmiş olduğu adlardan önde gelen Sadrazam Rüstem Paşa ile bir plan hazırladı.

Rüstem Paşa, Şehzade Mustafa’nın babasına karşı bir isyan planladığına dair söylentiler yaymaya başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bu haberler karşısında derin bir üzüntü ve şüpheye tutuldu. Oğlu Mustafa’ya büyük bir sevgi beslese de tahtını ve imparatorluğunu tehlikeye atacak hiçbir duruma izin veremezdi.
İmparatorluğun en ağlatısal vakalarından biri de bu sebeple yaşanmış olacaktı. 1553’te, Konya Ereğli civarlarındaki ordunun karargâhına çağrı edilen Şehzade Mustafa, burada babasının direktifiyle boğduruldu.
Peki ya bu kadar kuvvetli bir şehzade, devletin başına geçmiş olsaydı?
Şehzade Mustafa’nın babası tarafınca affedildiğini ve tahtın varisi olarak duyuru edildiğini hayal edelim. 1553’teki Konya seferi dönüşü Mustafa, babasıyla İstanbul’a döner ve şehzadeliğine layık bir halde saraya yerleşir. Halk, Mustafa’nın affedildiğini öğrenince sokaklarda bayram eder. Genç şehzadenin adaleti, cesareti ve liderlik vasıfları artık her insanın dilindedir.
Kanuni Sultan Süleyman, oğlu Mustafa’yı yanına alarak ona devlet yönetimi mevzusunda dersler vermeye başlardı. Mustafa, babasından öğrendiklerini hızlıca özümser ve devlet işlerinde giderek daha çok söz sahibi olurdu. Babasının bakış açısından düşmüş benzer biçimde görünen öteki şehzadeler ise bu durumu kabullenmek zorunda kalır; zira Mustafa’nın tahtın gerçek varisi olduğu artık açıktır.
Kanuni Sultan Süleyman, uzun bir saltanatın arkasından vefat ettiğinde, Mustafa tüm ihtişamıyla tahta çıkardı.

Sultan I. Mustafa olarak malum yeni padişah, derhal bir takım düzeltim başlatırdı. İlk icraatlarından biri, devleti saray entrikalarından ve haksız etkilerden arındırmak olurdu. Hürrem Sultan’ın gücü azalırken, Rüstem Paşa sadrazamlık makamından uzaklaştırılır; yerine, Mustafa’nın güvenilmiş olduğu bir devlet adamı atanırdı.
Mustafa, babasının kurduğu sağlam temeller üstünde, Osmanlı İmparatorluğu’nu daha da güçlendirmek için çalışır, imparatorluğun değişik bölgelerinde isyanlar bastırılır, iktisat tekrardan canlandırılır ve bilhassa doğu sınırında İran’la sulh görüşmeleri başlatılırdı.
Sultan Mustafa’nın hükümdarlığı, Osmanlı İmparatorluğu için âdeta ikinci bir altın çağ olabilirdi.

Onun adil yönetimi ve halkına olan yakınlığı, halkın ve askerlerin ona olan sevgisini daha da artırırdı. Mustafa, eğitim reformlarıyla imparatorluğun entelektüel seviyesini yükseltir; devlette liyakat esasına dayalı bir yönetim seçimi benimseyebilirdi. Tıpkı babasının döneminde olduğu benzer biçimde, Mustafa’nın döneminde de devlet, kültürel anlamda zirveye ulaşabilirdi.
Bu süreçte, Mustafa’nın kardeşleri de ona karşı bir tehdit oluşturmazdı. Zira Sultan Mustafa, kardeşlerini de devletin mühim noktalarına yerleştirir, onlarla barışçıl bir ilişki kurardı. Bu da taht kavgalarının sona ermesi için büyük bir adım olabilirdi.
Dış politikada ise Batı Avrupa ile ilişkiler güçlendirilirdi.

Habsburglar’la meydana getirilen anlaşmalar yardımıyla Batı’da sulh ortamı sağlanır, Doğu sınırında Safeviler’le meydana getirilen sulh antlaşmaları, Osmanlı Devleti’nin Doğu’daki enerjisini pekiştirirdi.
Şehzade Mustafa, yalnız müdafa değil; bununla beraber fetihlere de ehemmiyet verir, Şimal Afrika’daki Osmanlı varlığı güçlendirilirken Akdeniz’deki deniz üstünlüğü tekrardan sağlanabilirdi. Mustafa’nın bu askeri zaferleri, onun liderlik kabiliyetlerini bir kez daha kanıtlayabilirdi.
Mustafa’nın idam edilmemesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini köklü bir halde değiştirebilir, daha uzun ömürlü ve daha kuvvetli bir imparatorluğun kapılarını açabilirdi. Sadece tarih, olasılıklarla değil, gerçeklerle yazılır. Şehzade Mustafa’nın ağlatısal sonu da böylece Osmanlı’nın kaderinin bambaşka bir yöne evrilmesine niçin oldu…
Ölümünden sonrasında devlette yaşanmış olan huzursuzluk, karışıklıklar, ayaklanmalar ve entrikalar, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına sebep olmuştu.

Mustafa yerine tahta geçen II. Selim, tarih süresince “Sarhoş Selim” olarak anıldı. Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman benzer biçimde kuvvetli bir liderlik sergileyemedi, yönetimde de bir o denli etkisiz kaldı. Halkın bir “kahraman” olarak görmüş olduğu Şehzade Musfata’nın idamı, haksız bulunmuş olduğu için padişah ve saraya olan güvenin sarsılması da kaçınılmaz oldu.
Hepsi organik olarak devlette bir duraksama yaşanmasına sebep oldu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde zirveye ulaşan sanat ve edebiyat, Mustafa’nın öldürülmesiyle beraber düşüşe geçti, sarayda sanat ve edebiyat faaliyetleri azaldı. II. Selim döneminde, saray sanatçılarına olan ilgi ve destek azaldı; bu da Osmanlı sanatının gelişimini yavaşlattı.
Mustafa’nın ölümü, taht kavgalarını sertleştirirken hanedan üyelerinin birbirlerine olan güvensizliğine de yol açtı.
Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran bu “güvensizlik” ve bir olamama duygusu ise yavaş yavaş devletin yozlaşmanın önünü açtı.



