Orta Çağ’da yaşanmış olan, milyonlarca insanoğlunun ölümüne sebep olan Kara Veba, bugün günümüzde yaşansaydı sizce neler olurdu?
Muhtemelen gene bir felâket senaristliği bizi karşılamış olurdu, peki ya 21. Yüzyıl dünyası buna hazırlıklı mı?
Geçirdiğimiz COVID-19 vakası, tüm dünyayı karantinaya ve salgınlara karşı bilgili hâle getirdi. Sadece veba kadar ölümcül bir salgının yaşanması, gene aynı durumlara götürür miydi? İşte yapay zekânın bu mevzuya cevapları…
Veba, günümüzde muhtemelen kırsal bölgedeki bir hayvandan insanlara geçerek ortaya çıkardı.
İlk vakalar, Orta Asya’daki bir köyde yada Afrika’nın ücra bir bölgesinde görülebilirdi. Sadece çağıl ulaşım sistemleri yardımıyla, hastalığın hızla büyük şehirlere yayılması kaçınılmaz olurdu.
İlk emareler grip benzer biçimde olduğundan insanoğlu hastalığı ciddiye almaz ve birkaç hafta içinde olay sayısı binleri bulurdu. Havalimanları, tren istasyonları ve toplu taşıma araçları hastalığın yayılması için en büyük tehdit hâline gelirdi.
Hastalık sadece büyük şehirlerde oldukca sayıda olay çıkmaya başladığında fark edilirdi.

New York, Londra, İstanbul, Tokyo benzer biçimde metropollerde hastanelere gelen hastaların ortak emareleri dikkat çekerdi: Yüksek ateş, şişmiş lenf düğümleri, iç kanamalar ve deri altındaki siyah lekeler.
Sıhhat yetkilileri derhal harekete geçer, sadece hastalık çoktan onlarca ülkeye yayılmış olurdu. Dünya Sıhhat Örgütü ve hükûmetler, hastalığın veba bakterisi (Yersinia pestis) bulunduğunu açıkladığında ürkü başlardı. Antibiyotiklerle tedavi edilebilse de tedavi edilmezse ölüm oranı %50-60’a ulaşabilirdi.
COVID-19 pandemisinden alınan derslerle beraber bazı önlemler alınırdı.

Büyük şehirlerde karantinalar başlatılır, gezi kısıtlamaları uygulanırdı. Maske ve hijyen kuralları sıkılaştırılır, okullar ve iş bölgeleri uzaktan emek harcama sistemine geçerdi. İlaç ve aşı geliştirme emekleri hızlandırılırdı.
Sadece bu önlemler, toplumun tepkisini çekerdi. Tıpkı COVID-19 sürecinde olduğu benzer biçimde komplo teorileri hızla yayılır, “Hükûmetler bu hastalığı bilerek yayıyor!” diyen gruplar ortaya çıkardı. İnsanlar karantinalara uymamak için kaçmaya çalışır, virüsü daha da yayardı.
Ekonomik ve toplumsal çöküş başlardı.

Hastalık yayılmaya devam ettikçe dünya ekonomisi durma noktasına gelirdi. Internasyonal tecim ve üretim yavaşlar, lojistik sektörü büyük bir darbe alırdı. Borsa çöker, işsizlik oranları hızla yükselir, marketler yağmalanır, temel besin ve ilaç stokları tükenirdi.
Büyük şehirlerde, güvenlik güçleri isyanları denetim altına almaya çalışır, devletler muhteşem hâl duyuru eder, sokağa çıkma yasaklarını gene yaşardık. Doğal bu süreçte ülkeler, yeni nesil aşı ve ilaçları geliştirmek için biyoteknoloji şirketleriyle ortak emekler başlatırdı. Bu da geçmişte olduğu benzer biçimde bazı tartışmaları doğururdu:
İnsanlar, aşının kısa sürede geliştirilmesine güvenmez ve aşı karşıtı hareketler güçlenirdi.
Kayıplar yaşansa da aşı geliştirilirdi.

Bilim adamları, mRNA teknolojisiyle süratli bir halde yeni bir aşı geliştirir ve hükûmetler, toplu aşılama programlarını başlatırdı.
Sadece, hastalığın bazı türleri antibiyotiklere direnç geliştirmiş olabilir ve bu durumda ölüm oranı daha da artardı. Bu yüzden yeni ilaçlar ve genetik tedavi şekilleri devreye sokulurdu. Bir yılda dünya nüfusunun büyük bir kısmı aşılanır ve hastalığın yayılması denetim altına alınırdı. Sadece geriye milyonlarca ölü, yıkılmış şehirler ve çökmüş iktisat kalırdı.
Veba, günümüzde gelişen tıp ve teknoloji ile yok edilebilirdi. Sadece toplumsal yıkımı, seneler boyu sürecek kadar etkili olurdu…



